Sinemasız hayat,tuzsuz popcorn gibidir...

30 Temmuz 2010 Cuma

Lost in Translation/ Bir Konuşabilse


Az çok sinema ile ilgili her insan Francis Ford Coppola ismini duymuştur.Sinemanın Drakula,Frankeistein,sleepy hollow,Jeepers Creepers gibi korku klasiklerinin yapımcısı (hatta bazılarının yönetmeni)olmasının yanında,Baba üçlemesinin de yapımcılığı ve yönetmenliği üstlenmiş önemli sinema adamlarındandır.Bu başarılı sinema adamının ailesinden de sinemaya katkıda bulunan insanlar çıkması tesadüf değil tabi ki ,Nicholas Cage ,Coppola'nın öz yeğenidir mesela,ilk aktörlüğe başladığı yıllarda Nicholas Kim Coppola olan adını soyadı konusunda hassas davranıp,torpilli damgası yememek için kullanmadığı bile söylentiler arasındadır.Lost in Translation'la büyük çıkış yakalayan Soffia Coppola ise bizzat Francis Ford Coppola'nın kızı.Oyunculukla başladığı sinema yolculuğu,çektiği 4. filmi Lost in Translation ile yönetmen olarak kabul gördü.

Sessiz sakin kendi halinde film yapmak içten gelen bir ustalık ister bana göre.Lost in Translation da tam böyle bir film.Kendi halinde,gayet insani,günlük şeylere güldüren,duru bir film.Hayalet avcıları serisi ile  çok sevdiğim Bill Murray'i yaşlanmış da olsa o dingin ifadesiyle perdede görmek beni ayrı sevindirdi.Soffia Coppola bu sakin filmine sakin yüzler aramış belli ki.Scarlett Johanson da donuk ve abartısız oyunculuğuyla kronik bir mutsuzu kusursuz oynamış.Eşinin işi yüzünden bir haftalığına Tokyo'ya gelen mutsuz ve sıkılmış genç kadın Charlotte hiç de tarzı olmayan bir adamla evlenmiş ne aradığından çok da emin olmayan genç kadındır. Aslen bir aktör olan Bob Harris ise sırf para kazanmak adına bir Japon reklamında oynamak için ülkeye gelmiştir.Bob Harris de ünlü kimliğinin yanında tam evli ve çocuklu erkek hayatı da yaşayan ,kendi hayatına ait sorunları gayet kabullenmiş olgun bir adamdır.Vakitlerinin çoğunu otelin lobisinde geçiren bu iki insan birbirine yakınlaşır.Standart hayatlarını sürdürmenin sıkıcılığından kaçmak için çok da eğlenceli bir şehir olmayan Tokyo'da birbirlerine arkadaşlık eden yaşça ve tarz olarak çok farklı olan iki insanın üzerinden hepimizin günlük yaşantısında yaşadığı ertelenen sıkıntı ve mutsuzlukları güldürerek düşündürerek anlatan Soffia Coppola,bu kıvrak ama dingin senaryo ile 2004 yılında en iyi özgün senaryo dalında Oskarı kazandı.

İsmini "çeviride kaybolan anlamdan"alan film,bu pek de kapalı kutu ismi filmin içine dağıttığı Japonca tercüme sahneleriyle seyirciye çok eğlenceli bir şekilde anlatıyor.Milyonlarca Japonca kelime duyan Bob çeviri karşılığında iki kelime alınca,zaten sevemediği Tokyo'da iyice içsel sorgulamalara dalıyor.İşte Soffia'nın filme yakıştırdığı ismin gönderme yaptığı alt metin tam da bu! İnsanlar hayatları hakkında kendi iç dilleriyle çok şeyler düşünürler ama çoğu zaman bunu başka birine tercüme ederken o düşündüğümüz anlamlar kayboluverir.Düz dümdüz basit şeylerden bahsedermiş gibi oluverirsiniz!

İşte Bob da,Charlotte da böyle normal insanlar...Sizi sıkıp temposuz geldiyse,bu sakin filmi bir de bu açıdan izleyin...Herşeyden çok şey bulabilirsiniz.

18 Temmuz 2010 Pazar

Chloe / Büyük Hata


2009 yapımı Chloe,bir sene rötarlı olarak Türk izleyiciyle buluştu. Chloe,erotik gerilim olması itibariyle çok sık karşılaştığımız türlerden değil.Atom Egoyan imzalı bu film,1993 yapımı Felicita adlı Fransız yapımın yeniden çevrimi aslında.Felicita'nın chloe'den daha başarılı olduğu konusunda bir kaç duyum aldım.

İçten içe orta yaş bunalımına girmiş bir jinekolog olan Catherine ( Julianne Moore ), kocası David'in ( Liam Neeson) telefonunda gördüğü fotograflar yüzünden aldatıldığını düşünmeye başlar.David üniversitede öğretim görevlisidir.Ailesine karşı ilgi sorunu yoktur fakat cevredeki genç kızlara karşı da oldukça flörtöz yaklaşmaktadır.Kocasının hala çok yakışıklı olduğunu düşünen Catherine kendini iyice kötü hisseder.(Şimdiii,böyle profil çizen bir kadının şişman ,pörşümüş bakımsız bir tip olması daha anlaşılır olurdu.Ama Jullianne Moore filmdeki bütün kadınlardan daha taşş!!!) Kocasının kendini aldattığına kanaat getiren Katherine,bir restoranda karşılaştığı eskort bir kızı (Amanda Setfried) kocasını baştan çıkarması için kiralar.

Hikayenin merkezi şüphesiz ki bu eskort kız .Bu küçük,güzel ama tehlikeli eskort kız rolü için ;yönetmenin Amanda'yı seçmesindeki faktör başlarda gözüme sadece fiziksel özellikler gibi gözükse de filmin ikinci yarısında Setfried'in de rolüne daha sahip çıktığını hissettim.Başlarda sadece işini yapan eskort görünümünden insanı rahatsız edici bir psikolojide bir insana dönüşmesi filmin de en süprizli ve gerilimli yeri.

Çok beni etkileyen,vay be dedirten bir film değil Chloe,hele çıktığı tür olan gerilim konusunda vasatların içinde.Fakat evli eşler ve orta yaş bunalımı,cinsellik arayışı konularında yaptığı analizlerle,psikoloji itibariyle çok başarılı bir yapım Chloe.Evliliğinin nice senelerini doldurmuş,çoluk çocuk meselelerini de kapatmış,yaşlanan kadının,cinsel hayatından tutun da ,çoçuğuyla ilişkisine kadar pek çok hayatın içinden şeyi şöyle ucundan acıcık da gösteriyor.Bir kadının aldatıldığını ispatlamak,bundan emin olmak pahasına da kocasının başkasıyla ilişkisini bile organize edebileceği,hattaa bu ilişkinin detaylarını da dinleyebileceği gibi ,bazen hadi canım bu kadar da değil dedirten bir alt metin de var bu filmde.Bir taraftan da nasıl bir hayat yaşadığı belirsiz,çok masum bir kız var.O kadar genç ki ,ona kızamıyor bile Catherine.

Netice itibariyle,Atom Egoyan,aslında bir kadın filmi yapmış,biraz süprizli ,biraz izleyiciyi geren.Filmin süpriz tarafları ile ilgili herhangi bir ipucu vermeme niyetindeyim,zira yazık olur.


Meraklısına Not:Yurtdışında +15 ile vizyona giren film Türkiye'de +18 ile vizyona girdi.Tabi ki pornografik görüntüler var.Fakat görüntülerden ziyade filmin zihni erotik!!!

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Twilight Saga:Eclipse / Tutulma:

Daha önce bu seri çok tutar demiştim.Evet bu seri çok tuttu ama ben hala bu kadar çok satan bir kitap serisini filme çekerken neden bu kadar ellerine yüzlerine bulaştırdıklarını anlamıyorum diye söylenirken,aslında kitabın da bir yığın saçma sapan şeyle dolu olduğunu hatırladım.Daha önce de defalarca yazdım,Stephenie Meyer bir şekilde iyi bir iş çıkardı.Doğru zamandı,boşluğu bu romantik fantastik hikaye ile doldurdu.Ama böyle kalıp bir süre çok okunup sonra raflarda yerini almasını tercih ederdim.

Açık söyleyeyim Tutulma'dan daha fazla şeyler bekliyordum.Ama tabi ki tutulmadaki, mutahasıp Edward'ın evlenmeden olmaz triplerini,Bella'nın histerik aşk böceği halini ve Jacob'un mühürlenmediği halde Bella'ya ısrarcı aşık hallerini unutmuşum !!! Bunlar okurken tolare edilierbilirmiş ama izlerken beni bazen kahkahalara gark etti .Bazen de yok bu kadar da değil dedirtti.Vazgeçilmez Bella'nın film boyunca cırılcıplak gezen Jacob'a (öyle ki Edward bile cocuğun çıplaklık durumundan bir replikle şikayet ediyor) meyletmesi tabi ki tesadüf değil ,çocuk büyümüş serpilmiş ve 42 derece :) .E tamam Bella'nın kafası karıştı ama Film boyunca Jacob'a göz süzüp Edward'la aşk yaşaması,hatta zihin okuyan vampirimizin 10 metre ötesinde Jacob'la öpüşmesi şahsen çok da akıl karı değil yahu.Bu sahneyi gören yırtıcı vampir Edward ise sadece acıklı acıklı kötü makyajıyla yere bakıyor.Yuh artık !!! Bella'yı o kadar seviyor ki o mutlu olsun da ne olursa olsun .Ben şey durumuna bile düşebilirim diyor....


Bütün bu saçmasapan olay örgünüsü daha fazla kurcalamadan bir kenara bırakıyorum.İlk filmde yanakları kızaran bembeyaz pudralı suratları eleştirmiştik.İkinci filmde ise makyaja değinilmiş ama yine kötü kalmıştı.David Slade daha önce vampir filmi çekmiş bir insan ve çok da hoş görüntüler ortaya cıkarmıştı.Ne oldu da tutulmada her karede farklı göz rengiyle dolaşan kiraz dudaklı vampirlere onay verdi anlamıyorum?Bella'nın arkadaşlarının hali nedir ? TEk ilerleme çekik gözlü kız Angela'da bence.
Görüntü yönetimi adına filmde herhangi bir kontrol yok.Kurt kardeşlerimizden Jacob'a lafımız yok cünkü görüntü olarak kalite yakalanmış ama sürünün diğer elemanları sallanan gögüs kasları ve göbekleri ile ortada geziniyorlar.Starmetreleri altüst eden başrol oyuncularına gelince de daha 50 fırın ekmek yemeleri lazım.Robert Pattinson bence hiçbirşey yapmadan yakaladığı bu şöhretin keyfini çıkarsın,zira sanat eseri filmlerde hiç oynama şansı bulamayabilir.İlk filmde gözüme güzel gözüken sahsiyet ikinci filmde sadece profil cekimlerinde başarılıydı.Bu filmde ise kız arkadasını kurtlarla öpüşürken izleyen ezik vampir roluyle hiç bir romantizm rüzgarı estiremiyor.Yazar bir arkadaşımın Robert'in duruma yorumu ise bence çok yerinde bir tabirdi : "Robert yakışıklı ise ben de Marilyn Monroe'yim."

Her şey bir yana aksiyonda daha kaygılı olunması hoşuma gitti.En azından biraz da olsa asabi vampir izledik.Böyle olmasa neredeyse asilzade olduklarını düşüncektik.Jacob'un esprilerine güldük falan filan ama hepsi bu.Ayrıca kızılderili soyundan gelen bir kabilenin savaşçılarının üstleri başları çıplak,tıka basa yemek yiyen kaba insanlar olarak resmedilip,beyazötesi vampirlerin,aristokrat şehirli edası da beni içten içe rahatsız etti.Sonuç olarak hem sızlanıyoruz hem de kitaplarını okuduğumuz bu seriyi izliyoruz.Serinin en uzun kitabı ve en bol aksiyonlusu  Breaking Down'da neler olacak hiç merak etmiyorum.Filmi Bill Condon'un yönetmesine karar verildi.Daha görsel daha derin ,daha şiddet içerikli,daha romantik bir film bekleniyor.Zira umudum kalmadı.İyi bir iş çıkmayacak.

Not: Bence ilk filmdeki James gibi burda da yeni vampir "Riley" (Xaiver Samuel)dikkat çeken isimlerden.Ömürleri çok uzun olmuyor ama kesinlikle diğerlerinden daha vampirler.
Bu arada birinci ve ikinci film hakkında da bir okuyayım derseniz kayıtlarımda var :)