Sinemasız hayat,tuzsuz popcorn gibidir...

26 Ağustos 2010 Perşembe

Bazıları iki kez izler...Snatch vs Egemen

Birtakım izleyici vardır,sevdiği film oldu mu,bırakın ikiyi defalarca izler.Benim de defalarca izleyip,yine de izlemek istediğim az sayıda da olsa film olmuştur.Ama sürekli başka seyler izleyip,farklı filmler görmeyi tercih edenlerdenim.Hatta böyle 10 kere 100 kere aynı şeyi izleyenlere hafiften gıcık olurum.Şimdi bugünkü konumuz bizzat bir filmi sayısı bilinmeyen kere izleme potansiyeli olan insanlardan birisiyle ilgili.Hayatımın en keyifli,en tasasız günlerini birlikte geçirdiğim,37 ekran monitöründe günlerce aynı filmi izlediğini gözlemlediğim canım kardeşim Egemen,ilk aklıma gelen Snatch oldu.Guy Ritchie'yi ailecek severiz.:)Egemen Snatch'i sayısını hatırlamadığım kere izlemiş,Brad Pitt'in çingene aksanını da muazzam taklit edebilir hale gelmiştir.Film zevkimiz hep aynı sularda seyretse de, oturup benimle Pedro Almodovar izleyen yegane insanlardandır.(Annem Hakkında Herşey'in sonunda gözlerinin dolmuşluğu bile vardır)VCd'nin kral olduğu günlerde,bütün evimizi kaplayan Cd kutuları, dvix formatına olan hayranlığı ile aslında acayip bir film koleksiyonu sahibi olabilecekken,dağınıklığı yüzünden muhtemelen hepsini kaybetmiş ya da bir yerlere bağışlamıştır.Hastası olduğum Tarantino'yu başlarda ısrarla sevmemiş,Inglorious Basterds'la yola gelmiştir.Birçok dizi serisi tamamlamış,Star wars serisini yılın belirli günlerinde hala izlemektedir.Kurcalasak ceplerinden film arşivi çıkartabilecek kapasitede gördüğüm canım kardeşim,hala iyi bir izleyicidir.Bugün kendisi 24. yaşını bitirirken,bundan tam 24 sene önce bugün,şımarık ve bencil hayatıma bir kabus gibi girip :) ,dünyanın en sevilesi kardeşi olduğu için ona teşekkür ediyorum.


Happy Birthday Bro...Live Long...Love U...

Günün filmi : SNATCH

Guy Ritchie Lock,Stock and two smoking barrels'la sinemaya adım attığında bu uzun isimli filmle çok sükse yaptı,çok da beğeni kazandı.Amerikan komedi ve suç filmlerine yeni bir bakış açısı getiren yönetmen,2000'de snatch'le karsımıza çıktı.Bu sefer kadroda Brad Pitt gibi bir star olunca filmin pr çalışmaları da daha hızlı oldu.Brad Pitt ve o dönemlerde ekranda yeni görünen Brad Pitt'e benzetilen Benicio Del Toro'yu aynı filmde oynatmak da zekice bir fikirdi,kabul edelim.Filmin akıcı konusu,alışılmadık kamera açıları ve müzikleri her açıdan doyurucuydu.Brad Pitt'in bu film için çalıştığı çingene aksanı ingilizce ise filmin sonunda ayakta alkışlanması gereken bir performans.

Kısaca,para için dövüşen bir çingene,mafya tarafından kiralanarak dövüşlere çıkartılır ve parasını alıp yenilecektir.Tabi işler kimsenin umduğu gibi gitmez. .Ritchie'nin en iyi filmlerinden birisi olarak enerjik filmi arşivimize koymalıyız.Zira kendisi Madonna'dan sonra halen toparlanmadı.

Bu akşamki Snatch gösterimini Egemen için yapıyorum. :))) hayat sana iyi davransın :)










25 Ağustos 2010 Çarşamba

Hayat kısa : Heath Ledger

 
 Christopher Nolan yapımı iddialı The Dark Knight ( Kara Şövalye) yapılmış en iyi Batman filmleri arasına girerken, Heath Ledger da bu filmdeki Joker rolü ile kariyerinin, hatta sinemanın en iyi oyunculuklarından biri ile bütün sinema kulislerine bomba gibi düştü. O ana kadar Heath Ledger’i hiç izlememiş olanlar bile onu o mor takımı, yüzüne çok yakışsan makyajı ve olağanüstü Joker yorumuyla perdede ilk gördükleri andan itibaren koltuklarına çakıldılar. Aslında 90’lı yıllarda oyunculuğa başlayan Avusturalya’lı oyuncu 1998’de senden nefret etmemin 10 sebebi adlı romantik komedi ile ABD sinemasına merhaba dedi. Bu hafif başlangıç filminden sonra takipte olanların hatırlayacağı Patriot ( Vatansever) filminde Benjamin Martin’in ( Mel Gibson) oğlu Gabriel Martin’i canlandırdı. Filmdeki sert oyunculuğu ve fiziksel özellikleri ile dikkat çekmeyi başaran oyuncu, yine aynı yıl bol ödüllü Monster’s Ball filminde de rol aldı.

Kendisine karakter oyunculuğu yolunu açacak yapım ise 2003’de oynadığı Ned Kelly adlı film oldu. Ned Kelly adında Avusturalyalı bir suçluyu canlandırdığı filmdeki oyunculuğu usta yönetmenlerce tam not aldı. Bu filmle Ang Lee’nin dikkatini çeken Heath Ledger, Brokeback Dağın’nın sürekli küfredecekmiş gibi dişlerinin arasından konuşan, biraz aklı eksik, kaba saba biseksüel kovboyu Enis Del Mar rolü ile 2005 yılında birçok ödül ve adaylık kazandı. Sinemanın en sansasyonel ve cesur filmleri arasında gösterilen Brokeback Dağı’nın çekimleri sırasında Ang Lee aktörden bir oyunculuk harikası olarak bahsetmiş ve sinemanın yeni Marlon Brando’su olacağını söylemişti. Bu filmin çekimleri sırasında tanıştığı Michelle Williams’la nişanlanan Ledger kısa bir süre sonra bir kız çocuğuna sahip oldu. Bu rolüyle tam 28 ayrı organizasyon tarafından en iyi aktör ödülüne aday gösterilen Ledger ,bu organizasyonların sekizinden ödülle ayrıldı.Brokeback Dağı ile yeni dönem oyuncular arasından çok üst sıralara yerleşen Ledger,bu cesur rolün hemen ardından Casanova adlı filmle karşımıza çok farklı bir karakterde çıktı.Yine 2005 te rol aldığı Grimm Kardeşlerdeki performansı ile oyunculuktaki serbestliğini perdeye taşımış ve fantastik rollere yatkınlığını göstermişti.

Bob Dylan’ın hayatından kesitler anlatan I am not  Here ‘de boy gösterip,uyuşturucu bağımlısı bir şairi oynadığı Candy filmlerinden sonra,2008 yılında karşımıza Joker olarak çıktı.Bana kalırsa The Dark Night filmini en iyi Batman filmlerinden birisi yapan,tekrar tekrar izlenen filmler arasına sokan bir eşsiz bir performans sergilemişti Heath Ledger.Ses tonundan, yürüyüşüne, bütün mimiklerine kadar, acımasızlığını perdeye yansıtması eşsiz bulundu. Sergilediği bu performans Ledger’e, tam 29 ayrı organizasyonda en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü kazandırdı. Aynı performansla en büyük beş ödül organizasyonunun (Oscar, Bafta ve Golden Globe, SAG ve Critics’ Choice Award ) hepsinden ödülle ayrılan sekiz aktörden birisi oldu. Ama maalesef Heath Ledger bu ödüllerden hiçbirini evine götüremedi.2008 yılının Ocak ayında Manhattan’daki dairesinde ölü olarak bulunan Heath Ledger’in ölüm sebebi kayıtlara reçeteli ilacın yanlış kullanımı olarak geçti. Ama bazı kaynaklara göre uzun süredir insomnia hastalığı olan Ledger’in kızının annesinden ayrıldıktan sonra çok fazla uykusuzluk çektiği için depresyona girmiş ve ilaçların dozunu çok artırmış olmasıydı. 2000’li yılların en iyi aktörleri arasına giren Heath Ledger,29 yaşında vefat ettiğinde arkasında çoğu oyuncunun hayatı boyunca yakalayamadığı başarılar ve The Imaginarium of Doctor Parnassus filmindeki Tony rolünü bıraktı. Filmin yarım kalan çekimlerine Tony rolünde ölümünden derin üzüntü duyan arkadaşları Johhny Depp,Jude Law ve Collin Farrel’la devam edildi.Aktörlerin filmden aldıkları ücret Ledger’in kızı Matilda Hesabına yatırıldı.Ölümünden 1 yıl sonra kazandığı Oscar’ı onun adına sahneden annesi babası ve kız kardeşi aldı.

Meraklısına not: Asıl adı Heathcliff Andrew Ledger olan aktör 4 nisan 1979’da Avustralya’da doğdu. İlk kez, 1996 yılında bir TV dizisi olan Sweat'de eşcinsel bir motosikletçi olan Snowy Bowles rolü ile ekranda göründü. Onu izleyebileceğiniz son filmi ise The imaginarium of Dr Parmassus.22 Ocak 2008’de vefat eden Ledger, ölmeden önce İskoç senarist ve yapımcı Allan Scott'ın The Queen's Gambit adlı 1983 yılında basılan kitabının uyarlamasında yönetmen ve aktör olarak yer almayı planlıyordu. Ölümü ile ilgili basında yer alan en çarpıcı iddia ise Ledger'ın deli bir suçlu olan Joker rolünü almasının onu ölüme ittiğiydi.

Tamamen kişisel notlar: kariyerine hafif çaplı romantik komedilerle başlayan Heath Ledger,kolay yönden meshur olmak için popüler filmleri seçmemiş hep Johnny Depp vari bir kariyer çizmiştir kendine.
Ayrıldığı nişanlısı aynı zamanda kızının annesi Michelle Williams'ın Ledger'in ölümünden sonra yaptığı acıklamalardan bazıları Ledger'in dahiye yakın bir sanat adamı olduğu yönünde ipuçları veriyor.Çoğu zaman Ledger'in uyumadığını,oynayacağı rol için günlerce sürekli düşünüp prova yaptığını,her zaman rolünü yorumladığı,dümdüz metne bağlı oynamadığını belirtmiştir.Oyunculuk konusunda yeteneği ortada olan Ledger,eğer ölmeseydi,muhtemelen senaryo çalışmalarından birkaçını izlemiş olacaktık.Brokeback Dağı'ndaki performansı tabi ki Jake Gyvenhall'la beraber izlenen en iyi tutkulu aşk performansları arasına adını yazdırmıştır.





18 Ağustos 2010 Çarşamba

Bir zamanlar bir Stephen King vardı...


Korku edebiyatının kralı Stephen King, 1974 de yayınlanan ilk romanı Göz’den (Carrie) beri yazdığı kısa öykü, hikaye serileri ve romanlarla bu karanlık edebiyat dalına birçok birçok eser vermiştir. Yayınlanan her romanı uzun süre en çok satanlar listesinde kalan King, sinema ve televizyona birçok film ve dizi hediye etmiştir. Özellikle,80’ler ve 90’larda korku ve gerilim sineması Stephen King’den bolca beslenmiş, eserlerinden uyarlanan birçok film klasikler arasında yerini almıştır. Korkularıyla yüzleşen yazar karakterler, canlı gibi davranan nesneler, çıldıran hayvanlar, mistik güçler gibi bir çok türde eserler veren King’in hayal dünyasını sinema sektörü oldukça sevmiştir.

1947 yılında Porland’da doğan King, çoçuk yaşlardan başladığı çizgi roman ve hikaye tutkusuna, öğretmen olduktan sonra da devam etmiş. Birçok kısa öyküsü çeşitli yerel gazetelerde yayınlanıp beğeni toplarken, romancılığa başlayan King, insani korkuların,özellikle de kendi korkuları üzerinden esinlenip yazdığı benzersiz hikayelerle Newyork bestseller listelerinde en uzun süre 1. sırada kalan yazarlardandır.Romanlarının yanında Kara Kule (Dark tower) isimli hikaye serisi de dünyada en çok satan seriler arasındadır.Gerilim,korku sinemasının yükselen yıllarında Stephen King bir yazarın bu kadar verimli olması ise sinema sektörünün King’in romanlarını adeta yağmalamasına yol açmıştır.Çoğu zaman hikayelerini berbat ettiği gerekçesiyle yönetmenlerle arası bozulan King,buna rağmen sinemaya 51 film,14 kısa film,6 tv dizisi,9 tv filmi ve cesitli müzik videoları vermiş bir yazardır.Sadece gerilim türüyle sınırlı kalmayan King sinemaya Esaretin Bedeli (Shawshank redemption) ,Yeşil Yol (gren mile),Atlantis (Hearts in Atlantis) yüzyılın en iyi filmleri listesinde gösterilen filmlerin altına da imzasını atmıştır.

 Her ne kadar Kubrick saheseri olarak anılsa da korku türünün en önemli örneklerinden sayılan The Shinning (cinnet) ,Stephen King ‘in aynı adlı romanından uyarlanılarak çekilmiştir.(Kitap türkiye’de Medyum adıyla basılmıştır ) kocaman bir otelde kışın ailesi ile birlikte bekçilik yapmak için yerleşen yazar Jack torrance (Jack Nicholson) bu izole edilmiş ortamda çeşitli olağandışı olaylarda cinnet geçirmesini konu alan film,Kubrick’in kendine özgü yorumu ve Jack nicholsun’un muhteşem oyunculuğuyla, kült filmler arasında yerini almıştır.böylesi bir filme rağmen Stephen King,kitabını mahvettiği gerekçesiyle Kubrick’ten nefret ettiği açıklamasını yapmıştır.Stephen King çoğu romanında içine kapanık sorunlu yazar tiplemesini kullanmıştır.Kubrick de Medyum daki bu karakteri kendi hayalgücüyle harmanlayarak bambaşka bir etki yaratmıştır.

The shinnig’in bu başarısından sonra gözünü King kitaplarına diken yapımcılar,hemen arkasından satış grafiklerini alt üst eden kitabı Cujo’yu filme cekmek için kolları sıvadılar.Fakat Cujo beklenen başarıyı yakalayamadı.

Dönemin korku filmi yönetmenlerinden John Carpenter 83 yılında Christine adlı kitabı King ile beraber senaryolaştırarak başarılı bir film ortaya koymuştur.Katil bir arabanın insanları esrarengiz bir şekilde yok etmesini konu alan film,Stephen King in nesneleri kullanarak yarattığı gerilim hikayelerine çok güzel bir örnek teşkil eder.

Bir palyaço katilin okulda estirdiği terörü konu alan ‘It’ romanı,Tv filmi olarak çekilmiş (filmin Türkçe adı ‘O’) bugün izlendiğinde komik gelebilecek sahneler içerse bile 90 ların başında palyaçolardan nefret eden bir kuşak yetişmesine sebep olacak kadar etkili olmuştur. J.

King’in çocukları ve arkadaşları yaşadıkları yere yakın otoyolda ölen hayvanları evin arka tarafında bulunan ormanlık alana gömerlermiş ve burada minik bir hayvan mezarlığı oluşturmuşlar.Evin arkasındaki bu küçük mezarlıktan esinlenerek yazdığı ‘Hayvan Mezarlığı’
ise 1989 da film olarak çekildi. Senaryo filme gayet bağlıydı.Bol kanlı ve gergin bu film o yıllarda o kadar çok ses getirdi ki,1992 yılında tamamen yeni senaryoyla yazılmış Hayvan Mezarlığı -2 çekildi.Bugün için biraz beklentilerin altında kalan bir yapım olabilirdi ama 90 larda gişe rekorları kırdı.

Sadece korku, gerilim filmlerine babalık yapmakla kalmayan Stephen King’in Rita Hayworth and Shawshank Redemption adlı öyküsünden 1994 yılında Frank Darabot tarafından sinemaya aktarılan ‘ Shawshank Redemption’ gelmiş geçmiş en iyi filmler arasında gösterilen, IMDB ‘de en iyi 250 film arasında 1 numarayı göğüsleyen bir yapım olmuştur. Şaibeli bir şekilde karısını öldürmekle suçlanarak Shawshank hapishanesine gönderilen Andy Dufresne (Tim Robbins) hapishane hayatına farklı boyutlar getirecektir. Türkçe ismi Esaretin Bedeli olan film yedi dalda Oscar’a aday olmuş, Tim Robbins ve Morgan Freeman’ın muhteşem oyunculukları ile çoğu sinemaseverin arşivlerinde yerini almıştır.

Shawshank Redemption’un bu inanılmaz başarısından sonra bir kez daha bir  Stephen King uyarlaması ile karşımıza çıkan Frank Darabot’un kadrajında bu kez ‘Green Mile’ (Yeşil Yol) vardı.Stephen King’in aynı adlı romanının konusu kısca şöyledir: Oldukça iri yarı biri adam olan John Coffey, (Michael Duncan) iki küçük kızı öldürmek suçundan idama mahkum olmuştur. Ürkütücü görünümünün aksine oldukça ince ve karmaşık bir iç dünyası olan Coffey, bazı doğaüstü güçlere sahiptir. Hapishanenin infaz odası başgardiyanı Paul Edgecomb'un(Tom Hanks) ona gerçekten suçlu olup olmadığını sorması ile birlikte aralarında bir diyalog başlar. Hasta olan Edgecomb'un Coffey'İn güçleri sayesinde iyileşmesiyle olaylar gelişmeye başlar. Frank Darabot mümkün olduğunca romana bağlı kalıp yaklaşık 3.5 saatlik bir film çekmiştir. Çekimlerin yapılacağı mekan olarak, şimdilerde artık kullanılmayan Tennessee Eyalet Hapishanesi seçilmiştir. İç kaldırıcı gerçeklikte infazların yapıldığı elektrikli sandalyenin tasarımı yapılırken New York`taki Sing Sing hapishanesindeki gerçeğinden yararlanmıştır.

1999’da geçirdiği trafik kazasından sonra uzun süre sağlığına kavuşamayan Stephen King ,2001 de kendini tekrarladığı gerekçesiyle yazarlığı bıraktığını açıkladı.Fakat bu açıklamadan sonra bile yazmaya devam etti.90’ların sonlarında durulan Stephen King ‘in korku kuşağı 2004’te çekilen Secret Window adlı filmle kıpırdandı.Yine başkahramanı bir yazar olan hikaye de Johnny Depp’in boy göstermesi ise cabasıydı.