Sinemasız hayat,tuzsuz popcorn gibidir...

21 Eylül 2010 Salı

Çağan Irmak is back: Karanlıktakiler


Eski püskü, müstakil bir ev, gördüğünüz anda o yılların eski kokusu burnunuza doluyor. Üç basamakla çıktığınız sokak kapısı sofaya açılıyor, yukarı çıkan merdivenin her basamağı ayrı ayrı gıcırdıyor. Ahşap rabıtalar yorgun düşmüş. O eski saatin tiz sesiyle pamuk yorganı üzerinden atan Egemen (Erdem Akakçe) annesi Gülseren Hanım?ın (Meral Çetinkaya) hazırladığı kahvaltıya iniyor, oğlunu tüm abartılı sevgisiyle memuriyetine geçiren annenin yüzündeki ifadeden bir şeylerin tuhaf olduğunu hissediyorsunuz. Bu zamanı yitirmiş ev Gülseren?in zihinsel karartılarıyla donattığı, hayattaki tek bağı olan oğlunu içine hapsettiği küçük bir cehennemden başka bir şey değil aslında. Karanlıklarla dolu yitik bir yaşam onların yaşadığı.Ama karanlık olan tam olarak neresi? Bu yaşadıkları cehennem mi, ruhları mı, yoksa bu cehennemi inşa etmelerini sağlayan geçmişleri mi? İlerlemiş yaşına rağmen bir reklâm ajansında ofisboy olarak çalışan Egemen, her sabah bu cehennemden normal hayata adımını atıyor ve fazla içine kapanık olsa da bu hayatla olan tek bağlantısı işine adeta âşıktır. Patronu Umay?a da? Gülseren ise yıllardır adımını evden dışarı atmamış, oğluna olan tuhaf bağlılığından başka hiçbir iyi şeyi olmayan, akli dengesi bozuk bir annedir. Kendi sanrıları içinde Egemen?i de normallik çizgisinden çoktan çıkarmıştır. Çağan Irmak,kendi fikrimce ticari kaygılı Issız Adam?dan sonra, Karanlıktakiler?le yine karşımıza insan hikâyeleri ile çıkıyor, kısa ve başarılı filmografisinde her seferinde başka şeyler yapıyor gibi görünse de özünde hep insani durumları işliyor. Bu daha içine kap
anık filmde de durum farklı değil. Genelde perdeyi dramla dolduran Irmak, bu sefer karşımıza tatlı bir durum komedisi havasında başladığı filmine, ikinci yarının son çeyreğinde ilerlediği türler arası geçişi keskin ama ustalıkla yapıyor. Oyunculuklar için söylenecek kötü söz yok zaten tiyatro kökenli oyunculardan oluşan kadroda, Erdem Akakçe ve Meral Çetinkaya ipi göğüslüyor. Gülseren?in kendi dünyasındaki hallerine aynı tuhaflıkta tepkiler veren oğlunun halleriyle eğlenirken, Egemen?in köşeye sıkışmışlığını, kırılgan iç dünyasını fark etmek, yaşadığı platonik aşkın çaresizliği kalbinizin bir kenarını kemiriyor film boyunca. İçinde bulunduğu karanlığa isyanı bile o kadar naif ki, onunla beraber siz de paramparça oluyorsunuz. Bu cehennemin zebanisi Gülseren?e kızıp, Egemen?i içinde bulunduğu durumdan kurtarmaya çalışırken, Egemen?in içindeki şeytan göz kırpmaya başlıyor, bu tutumla kara filmlere selam veren Çağan Irmak filmin son 20 dakikasına en afili şekilde imzasını atıyor. Gülseren?in başından geçenleri karaktere itiraf ettirme anı çok incelikli düşünülmüş. Gülseren?in bu tuhaf halinin sebebini anlatırken kullanılan kamera açıları, gerçekten görsel olarak çok doyurucu ve seyirci üzerindeki etkiyi çok güzel kuruyor. Bu hastalıklı anne oğul ilişkisinin en derinlerine inerken, Gülseren film boyunca izlediğimiz cehennemini niye oğluna da yaşattığını tek bir cümleyle anlatıyor?:
Ölmek kolaydı, ama sen vardın? 

20 Eylül 2010 Pazartesi

Inception:Sona yaklaşırken Başlangıç mı?


Müzikte,farklı bir melodi yaratmak için yanyana koyulacak nota kalmamış.Yani yapılabilecek bütün kombinasyonlar yapılmış gibi bir haber okumuştum.Demek ki ondandır,coverlarin çoğalması,çok fazla hit şarkı çıkmaması diye düşünmüştüm.Sinema sektörü de her ne kadar üzerindeki ölü toprağını silkelemeye başlasa da son zamanlarda Hollywood eski şatafatını kaybetti.Acaba yazılacak farklı senaryo mu tükendi? sorusuna doğru ilerlerken bir yandan bunun matematiksel bir şey olmadığını düşünürken,bir yandan da acaba mı diyorduk.Mesela Atom Egoyan gibi umut vaadeden yönetmenler bile çok yıldızsız filmlerin yeniden uyarlamalarını çekmeye başladı.(Bakınız:Chloe).Tim Burton ise  "Alice Harikalar Diyarında" ile dehasının çok altında bir uyarlama çekti.Tam böyle şeyler düşünürken,takip ettiğim yayınların birinde bundan tam 4-5 ay önce Başlangıç (Inception) ile ilgili bir yazı okudum.Evet Batman begins ve Dark Knigt ile büyük iş çıkartan,prestige ile hayran kitlesini zevkten dört köşe eden Christopher Nolan,hayli iddialı bir senaryo ile karşımıza dikilip sinema tarihini yeniden yazmaya niyetliydi.Merakla beklenen film vizyona girmeden önce konuşulmaya başlandı.Vizyona girdikten sonra,eğri ya da doğru internet üzerinde en çok tıklanan sinema sitesi http://www.imdb.com/ da acayip yüksek puan alarak yüzyılın en iyi 3 filmi arasına giriverdi.Birinciliği paylaştığı yapımlar ise The Shawshank Redemption ve Godfather.Hal boyle olunca da sinema salonuna kostura kostura gittik.Peki gercekten Nolan cok ozgun birsey mi yapmisti?Su ana kadar aklimizin ucundan gecmedik bir fantazi dunyasina mi gark olduk?Eger beklentimiz buysa,matrix cakmasi diye filmi elestirenler kervanina katilabiliriz.Fakat Nolan yaptığı şey hakkında benzersiz kelimesini kullanmış değil,sadece alışılmadık,çok emek verdiği,senelerini harcadığı bir film yaptıgını belirtiyor.Sonuç ise takdire şayan tabiki de.Zaten halen hazırda çok yetenekli olan yönetmen,senelerce kendinden beslediği senaryosuna,inci gibi oyuncuları dizip,şans meleği Michael Kaine'i de  dahil edince ortaya tertemiz,futuristik,eşine az rastlanır bir iş çıkmış.

İnsanların rüyalarına dahil olup hırsızlık yapan,bir çetenin lideri olan Dom Cobb (Leonarda Di Caprio),eşini kaybetmiş,eşini öldürmek sucundan yargılanmak üzere aranıyordur.Tüm bunlardan kurtulmak ve cocuklarının yanına dönebilmek için Saito (Ken Watanabe) adlı bir milyoner için iş yapmayı kabul eder.Cobb bu işlerde bir dahidir,fakat eşi Mal (Marion Cottillard) onun rüyalarını sabote etmekte,işler giderek Cobb için zorlaşmaktadır.İçinde bulunduğu bu karmaşık durumu rüyalarında onunla seyahat eden sağ kolu Arthur'dan (Joseph-Gordon Levitt) bile gizler.Daha bir çok dahiyane ayrıntı içeren senaryoyu spoiler vermemek adına kısa özetlemek gerekiyor.Böyle ufku geniş bir hikaye,Nolan'ın bilim adamı gözüyle,müthiş efektlere sahnelik ediyor.Çekilen her sahne sanat esiri niteliğinde.Hiç kirli görüntü yok.Öyle ki o rüyaların miamrı olup siz de tasarım yapmak isteyebilirsiniz.Leonardo bazı eleştirmen çevreler tarafından hep eleştirilse de yıllardır iyi yönetmenlerle iyi işlere imza atıyor.Görünen o ki Nolan da Leonardo'ya güvenmiş.Haksız da sayılmaz doğrusu.Leonardo her zamanki çizgisinde abartısız ve olması gereken oyunculuğunu sergiliyor.Ama bana sorarsanız filmin ağır topu Marion Cottillard.Bu Fransız,gizemli güzel,bir kere konuştuğu ingilizceyle alkışı ayakta hakediyor.Bu kadar Amerikalı gibi konuşabilmek için bile çok fazla efor sarfettiğini düşünüyorum.Üstelik de hem bu kadar masum bir havayla yola cıkıp hem bu "femme fatale" rolünü bence kusursuz kotarıyor.Ellen Page ve Joseph-Gordon Levitt ise geleceğin yıldızları arasında yer alacak isimler,Nolan adeta onların önünü açmış.

Uzun lafın kısası bu her tarafından emek akan,şahane film için söylenecek çok da kötü birşey yok.Ama pr çalışmalarına ve pazarlama ağına  takılıp da gaza gelip fenomen yaratılacak kadar da 'yani bir Godfather,bir Shawshank Redemption' ve daha niceleri tadında da birşey yok ortada.Farkındayım ki bütün bu filmlerler kıyaslamak yanlış belki de İnception'u.Kategori farkı,teknoloji farkı,tür farkı vs..vs..vs.. diye gider ama listeler böyleyken ve filmimiz bu listeleri iddialı bir şekilde sarsmışken,çoğu insanın aklından da film çıkışı bunlar geçer.


Sonuç olarak Nolan,Matrix çakması bir film yapmadı,sinema tarihinin en iyi filmini de yapmadı,kendi filmografisindeki en iyi işlerden birini çıkarttı,takipçilerini şaşırtmadı,çok iyi bir film yaptı,bence yapmaya da devam edecek.Christopher Nolan'ın adını daha böyle çok iyi filmlerle duyacağımızdan eminiz.Takipteyiz...

14 Eylül 2010 Salı

Acı Aşk


Bu filmi övmek istiyorum. Sebebi filmin çok iyi olmasından kaynaklanmıyor. Türk sinemasında böyle filmler izlemek beni umutlandırıyor, onun için. Acı Aşk, absurd, kara mizah ve arabesk türlerin birbiriyle harmanlanmış senaryosu ile ?farklı? bir şeyler yapma çabası içinde olduğunu izleyiciye hissettiren bir film. Onur Ünlü?nün kıvrak ve ironi dolu senaryosunu, daha önce yardımcı yönetmen olarak aşina olduğumuz Taner Elhan yönetmiş. Film aslında 4 kişilik bir aşk hikayesi maskesinin altında, çok daha derin insani duygular barındırdığından kendi içinde kargaşalar yaşamıyor değil, ama özellikle kara mizaha kayan yönleriyle bazı çok başarılı sahneleri ile Acı aşk izlenmeli. Bir erkeğin üç kadınla yaşadığı gayet tuhaf aşk çıkmazlarını anlatan bir rotayla başlayan filmin dümeni çevirdiği yer çok başka aslında. Bu başka yeri haklı olarak işlemekte zorlanan senaryo burada da kuvvetli durabilse film çok daha gösterişli olacakmış. Onu Ünlü? nün daha önce de senaryolarında kullandığı dil?in çok işlemeli olmayan ama dikkat çeken kullanımı ise bence filmin kocaman bir artısı. Şair kimliğiyle de tanınan Ünlü, edebiyatın teorisini ve şiir dizelerini senaryoya ustaca yerleştirmesiyle izleyiciyi küçük kelime oyunlarıyla meşgul ediyor. Tatlı romantik oyunlarla başlayan film, hayal kırıklıkları, yeni aşklarla devam ederken, bir anda içine 4 kişinin dâhil olduğu bir aşk karmaşasına dönüşüyor, fakat bu aşk çorbasında kimse iyi kalpli değil! Aslında film Aşk, ihtiras ve tutkunun insana kötü şeyler de yaptırabileceğini, ama aslında kötülüğün direk olarak insanın ruhuyla ilgili olduğunu bize içten içe söylüyor. Çok zengin olmasına rağmen üniversitede Edebiyat hocalığı yapan Orhan, Eskişehir?de hayatının kadını tarafından ald
atılınca, apar topar İstanbul?a gelir. İstanbul?da yaralı hayatını fotoğrafçı Oya ile sarıveren Orhan hızlı gelişen evliliğinin ardından ve yine hızlı gelişen trafik kazası ile hayatı zindana döner. Kör olan Oya?ya bir pislikmiş gibi davranan bu inişli çıkışlı, tuhaf  adam Orhan, tam karşı dairelerine onu aldatan sevgilisi Ayşe?nin taşınmasıyla alt üst olurken, okuldaki çıtır asi kız Seda?yla da vakit geçirmeyi ihmal etmez. "Bu nasıl cazibeli bir adamdır ki?? diye düşündüren karakter, Halit Ergenç?te hayat buluyor. Halit Ergenç karakterin cazibesini iyi göstermiş, soğuk, agresif, istekli ve zengin olduğunu belli eden bir erkeği oynuyor. Fakat bu zenginlik meselesi filmin içinde birçok kez vurgulanmış. Sebebi yaşanan aşırı lüks hayatın nereden finanse edildiğini hatırlatmak amaçlı olabilir. Filmin belli bir gerçeklik içinde kalması da istenmiş sanki bir yandan. Ergenç'in bu güçlü performansı dururken diğer oyunculuklara takılmıyorsunuz. Ama filmin en şaşırtıcı yönü Cansu Dere?nin kendisinden hiç beklenmeyecek kadar iyi performansı. Ekranda hep zayıf oyunculuğuyla eleştirilen Dere, filmde şu ana kadarki en başarılı performansını bizlerle paylaşıyor. Eğer filmin aşk oyunlarına dalarsanız, saf saf karakterlere acıyıp, içinden çıkılmaz durumu kafanızda çözmeye bile uğraşırsınız. Bu noktada ipuçları içermesi gereken senaryo da kendi haline o kadar dalıyor ki, izleyiciye tamamen kabullendiği durumu, filmi noktalarken, Guy Ritchie hatta Tarantino vari bir sonla acemice yıkıveriyor. Bazı yönleriyle Ertem Eğilmez?in son filmi, Türk sinemasının gözde absürd komedilerinden olan Arabesk?e göndermeler bile yaptığını düşündüğüm hikâye, yine güzel bir son hayal ediyor ama dümeni çevirirken gideceği mesafeyi gözüne pek kestiremiyor.