Sinemasız hayat,tuzsuz popcorn gibidir...

26 Ekim 2010 Salı

Hayat süprizlerle doludur ama kimin için?:Mine Vaganti/Serseri Mayınlar


Ferzan Özpetek'in beni bu kadar güldürebileceği hiç aklıma gelmezdi.Ama onun yeteneğine o kadar güveniyorum ki bu farklı tarz bile şaşırtmadı beni.Ferzan yapar! Herşeyi en ince ayrıntısına kadar işler.Size de sadece arkanıza yaslanıp keyfini çıkarmak kalır.Bugüne kadar çektiği filmlerde hep derin bir hüzün,yaralı bir aşk hikayesi olmasına rağmen,yüzümüze gülücük konduran sahneleri de serpiştirivermişti aralara.Ama Serseri Mayınlar farklı.Serseri Mayınlar,hüzünlü bir iç karmaşası,tutkulu ama imkansız bir aşk hikayesi,karmaşık ama sevgil dolu bir aile ilişkisi...Bütün bunları bize izletirken de bazen kahkahalara boğan keyifli bir durum komedisi.

Romada okuyan Tommaso,Lecce gibi küçük bir İtalyan şehrinin zengin ailelerinden birinin oğludur.Bölgenin makarna üreticisi köklü ailenin işlerini büyük ağabey Antonio babasıyla beraber yürütmektedir.Okulu bitiren Tommaso'nun da fabrikaya ortak olması için çalışmalar başlar.Fakat Tommaso Roma'da çok farklı şeyler hayal etmektedir.Tek istediği yazar olup,sevgilisi ile birlikte Roma'da yaşamaktır.Ayrıca herkesin atladığı küçük bir ayrıntı vardır.Bu köklü Lecce ailesinin küçük oğlu gaydir.Bu durumu ortaklık yemeğinde açıklamaya kararlı olan Tommaso konuyu ilk olarak abisiyle paylaşır.Fakat yemek tam bir faciaya dönüşür...Ortada çok daha büyük sürprizler vardır....

Ferzan Özpetek'in oyuncuları vardır.Kendi castı olan yönetmenleri hep beğenmişimdir.Farklı filmlerde farklı karekterleri oynasalar da yönetmenle aralarındaki uyum filmin başarısını bir kat daha artırır.Ferzan özpetek dde çoğu filmin de aynı oyuncularla yol almayı seçmiştir.Ferzan bu sefer Serrasız, bu filmde yeni yüzleri görüyoruz ama belli ki Özpetek onlarla da uyumu saniyede yakalamış.Takip edebildiğim kadarı ile İtalyan sineması çok başarılı genç oyunculara sahip.
İşte böyle kendi halinde ama bir o kadar da karmaşık bir aile öyküsü var karsımızda.Renkli insanları yine biraraya getiren Ferzan,karekterlerle kurduğu öyküsünü,duygularla süslüyor.Daha önce de çoğu kez eşcinsel ilişkileri perdeye taşıyan Ferzan Özpetek olaya hiç bu kadar espiritüel yaklaşmamıştı.Gülmekten kırılacağınız,müthiş doğallıkta diyaloglarla taçlandırılmış zengin bir metni var bu filmin.Büyükanne üzerinden göndermelerle,flashbacklerle anlatılan hikayenin,hırçın bir kız kahramanı da var.Umutsuzca aşık ama bir o kadar mantıklı.Çok gerçek hayatlar izlerken,çok masalsı hikayeler de dinletiyor Özpetek bize.Ahenk içinde dans ede ede bir film izliyorsunuz.Filmde bir eşcinselin gizlediği hayatıyla,sürdürmesi gereken hayatı arasındaki gel gitleri de tüm sadeliğiyle ortaya koyuyor yönetmen.

DIKKAT SPOILER!!!

Hatta bir ara aman tanrım bir kıza mı aşık oluyor bu çocuk!!! diyecek gibi oluyorsunuz.Ferzan Özpetek hakkında çok şey bilmiyorsanız bu tatlı aşk için umut bile besleyebilirsiniz.
Abartmadan da söyleyeyim,öyle bir intihar kurgusu var ki filmde,o bile zamanında,o bile huzurlu,o bile çok orjinal.(bilmem belki de abarttım :) ama gerçekten ince bir düşünce)

Veee baştan aşağı o coşkulu dil İtalyanca ile izlediğiniz filmin sonunda adeta bir tiyatro oyunu sona eriyor. Özpetek'in, filminin tüm karakterlerini ve zamanlarını birbirine geçirdiği parti sahnesinde çalan Sezen Aksu şarkısını  filmin ardından döne döne 15 dakika daha mırıldanıyorsunuz...

Memleketime çoktan bahar gelmiştir

Başakları şimdiden göğe ermiştir
Dağlarını gelincik basmıştır
Yer, gök ve yürek çiçek açmıştır

Kirazlar olmadan tez vakitte

Asmanın sürgün veren dallarında
Nergisin, zerenin taç yapraklarında
Seninle baharı kutlamaya geliyorum


başımı omzuna yaslamaya
Hayata yeniden başlamaya
Bağında, bahçende, pınarlarında
İçimi yıkamaya geliyorum


Caddelerinde kızlarla oğlanlar

Oynaşıyordur şimdi, ah! hem de nasıl
Başlayan, biten, tazelenen aşklar
Başlıyor ömrümüzde yeni bir fasıl...

15 Ekim 2010 Cuma

Julie & Julia


Tanrı Merly Streep'i korusun!Böylesine gerçek sade bir konuya bile enerjisini kattığı,tehlikeli ilişkilerin o çok kötü kalpli kontesi iken,sevgi dolu ve komik bir kadını böylesine canlandırdığı için ona sonsuz teşekkürler.
Evet size çok gereksiz bile gelse de ,aksiyondan teknolojiden başka birşey izlemem deseniz de Merly Streep'i Julia rolünde izlemeden bu dünyadan göçmeyin derim.Tamam tamam Amy Adams'ın hakkını yemiyorum.Tabi ki kendisi zaten herkesin dikkatini çekip,yeni başarılı oyuncular içinde yerini aldı bile.Duru ve sevimli yüzünü daha iyi rollerde bizden esirgemesin lütfen.
Julie ve Julia iki gerçek hikayeyi birbiriyle hiç kesiştirmeden harmanlayan,bunu bence çok da yerinde yapan bir anlatıma sahip bir yapım.Julie geçmişinde çok başarılıyken,yazar olmanın ucundan dönmüştür.Daha sonra bir anda kariyer planlarından vazgeçmiş mutsuz bir devlet memuru oluvermiştir.Arada sırada tökezleyen ama iyi bir evliliği vardır.Julia Child ise Fransız mutfağı hakkında çok hoş bir kitap  yazan daha sonra renkli kişiliği ile tv de de yapımlar gerçekleştirmiş bir aşçı ve yazardır.

Yakın arkadaşının Julie'nin dibe giden hayatını dergiye konu yapmasından sonra Julie silkinmeye karar verir ve kocasının da yardımı ile kendine bir blog sayfayı açmayı planlar.Peki ne yazacaktır? Çocukluğundan beri en sevdiği tarif kitabı olan Julia Child'in kitabındaki 524 yemek tarifini 365 gün içinde yapacak ve yaptıklarını yazacaktır...
Diğer taraftan Julia'nın Paris'e taşınmasıyla onun hayatını da filme dahil eden karelerle keyifli anlar başlar.Bu çok iri ama bir o kadar da sevgi dolu kadın,elçilikte çalışan kocası ile belli ki memleketten memlekete gezmekte ve gittiği yerlerdeki lezzetleri tatmaya adeta tutkundur.Fakat Fransız mutfağını çok fazla beğenir.Fransız yemekleriyle ilgili bir tane bile inglizce tarif kitabı bulamazken bir yandan da boş vaktini doldurmak için şapka tasarlama gibi saçmasapan kurslara gitmektedir.Bir anda ne yapmak istediğine karar verir ve çeşitli yemek kurslarını dener.Ev hanımları için açılmış basit kurslar onu kesmeyince kendini tüm ögrencilerin erkek olduğu ünlü Fransız Cordon Bleu adlı yemek kursunda buluverir.Artık tüm amacı İngilizce bir yemek kitabı yazmaktır.

Şimdi filme Julie tarafından bakınca,eminimki kendine bir blog edinmemiş olanlar hemen bir blog sayfası açıp doyasıya yazmak istediler.Hali hazırda blogu olup da vakit ayıramayanlarsa hemen başına geçip Julie gibi ünlü olmayı hayal ettiler.Hangimiz hayatta hayal ettiği işi yapıp ful kariyer sahibi olup çok mutlu oluyor ki? Bu soru da şöyle bir beynimizde gezindi dürüst olalım!

Ve filmin en sevdiğim şeyi şu oldu: kendimizi Julie'nin azmine kaptırıp sevgi dolu ve Julia'ya adeta büyük bir hayranlıkla bağlı bu genç kadının Julia'dan kocaman bir aferin alacagını bekledik durduk,hatta Julia gelecekti ona yemekler yapacaktı.Julie cok ünlü olacaktı.Ama yönetmen bizi söyle bir sarstı:"Abartmayınn...o kadar da değil.gelip geçici bir şöhret Julieninkisi Altı üstü başarılı bir blog! "

Ne demişti Andy Warhol? :)

Meraklısına not: Çok da spoiler vermek huyum değildir ama Julie'nin bu hareketi Julia Child tarafından pek de sevimli bulunmuyor.Cünkü Julie kendi kendine cebelleşiyor.Yemekleri beceremediği zaman kızıp kendini yerden yere atıyor.Küfürlü yazıyor.Julia Child ise Fransız disiplini almış bir hanımefendi. Julie den hoşlanmaması normal. Yılların emeği Julie’ nin bloguna günlük olmuş. Julie hakkındaki demeci “she is not a serious cook olmuş zaten.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Hollywood Jönleri : Geçmişten bugüne ne değişti?


                                           
James Dean
                                                  
James Dean


Alain Delon
Böyle bir başlıktan sonra tüm sinema severlerin aklında James Dean adı yankılanmaya başladığından hemen James Dean ismi ile başlayıp,Alain Delon,Clark Gable biraz daha yaklaşacak olursak Marlon Brando,Robert De Niro,Robert Redfort gibi isimleri anıp,daha yakın geçmişimize zıplıyorum.(Burada parantez açmak lazım,Alain Delon ve James Dean hala Hollywood’un yetiştirdiği en yakışıklı isimlerdir.Milenyumu çoktan geçmiş olmamıza rağmen her yeni çıkan aktörde bir James Dean havası, Alain Delon asaleti eser.)




Sene 1986 Top Gun fırtınası dalgalanarak bütün dünyada esiyor.1981′den beri perdede olan Tom Cruise hedefi tam 12′den vurmuş.Artık Hollywood’un hali hazırda yeni bir yakışıklısı var.Tabi ki Tom Cruise yakışıklılığı ile dikkat çekti ama senelerdir tam 35 filmde aktör olarak boy gösterdi ve çok iyi yönetmenlerle çalışma fırsatı buldu.Böylece 80′li yılların Hollywood jönlüğü tasması da boynunda vicdan azabı gibi kalmadı aksine oyunculuğunda bunu avantaja dönüştürdü.Tom Cruise tüm yakışıklılık anketlerinde boy gösterirken,1990 yılında Pretty Woman’la haksızlık etmek istemem ama kariyerinin en parlak filmini çeken Richard Gere,o zamana kadar o kadar film çekmesine rağmen,filmin konusu ve filmdeki karakterin tarzı itibariyle orta yaşa yakın jönleri sollayıp tahta oturuverdi.
Sinemaya 1987 yılında adım atan 1991 de çektiği Thelma ve Louise’ye kadar pek dikkat çekmeyen ama o dikkati çektikten sonra da 2010 yılında bile en yakışıklı erkekler arasında yer alacak olan Brad Pitt ise gelmiş geçmiş en çok konuşulan Hollywood yakışıklıları arasındadır. Ayrıca Brad Pitt fiziksel görüntüsünü bence oyunculuğu ile aşmış çok çok iyi filmlerde çok farklı rollerin altından başarıyla kalkmıştır. Öyle ki birçok filmde oynadığı rolü ile Oscar’a aday olmuş fakat bir kez bile kazanamamıştır. Bunun sebebini sanat çevreleri Brad Pitt’in yakışıklılığı ile bu kadar ünlenmesine bağlıyor. Zamanında akademi bu kadar popülerliğe bir de ödül verme gereği duymamış. Mesela bana göre Pitt’in daha çok genç olduğu yıllarda 12 Maymun filminde sergilediği yardımcı erkek performansı çok da eşi benzeri olan bir çalışma değil.Kesin ödülle dönmesi gerekiyordu. David Fincher ile iyi bir ekip olan aktör,Dövüş Klubü’nde sergilediği başrol performansına,Benjamin Button rolüyle hiç de yaklaşamasa bile bu filmle en iyi erkek oyuncu dalında aday gösterildi. Tabi ki Milk ile “oyunculuk nedir?”dersi veren Sean Penn karşısında duramadı.Ama yakışıklılık adına geçen senelere rağmen sonuç değişmiş değil. Brad Pitt hala en yakışıklı anketlerinde yer alma potansiyeline sahip.
Eş zamanlı dönemlerde değişik tarzı,soğuk karizması,acayip rolleriyle her anlamda sinema dünyasındaki erkek oyuncuları sollamış biri varsa o da Johnny Depp’tir kanımca.Çok karizmatik ve çok bayan hayranı olmasına rağmen Johhny Depp,hep oynadığı filmler ve altından kalkılması zor rollerle anıldı.(ya da ödül törenlerinde giydiği çamurlu ayakkabılarla)Fiziksel özelliğinin performansını gölgelemesine izin vermiş değil kendisi.
Johhny Depp’in tahtına oturacağından emin olduğum Heath Ledger’in zamansız kaybı ise Johhny Depp’i hala benzersiz bir oyuncu kılıyor.
Bu listelerin en istikrarlı isimlerinden biri ise süphesiz George Clooney’dir.senelerdir hep orta yaşlı görünümü ile listelerin ortalarında.Great Expectations’la acayip parlayan Ethan Hawke,yine aynı hızla maziye gömülüp vampir olarak hortladı ama o dönemlerdeki çılgın hayranları geri döner mi bilemeyiz.
Jude Law,cold Mountain ve Closer ile bence başarılı parformanslar yakalarken Hollywood yakışıklıları arasına imzasını da attı. Eric Bana’yı Troy ile sevdik.Hatta bazı yorumcular Brad Pitt’in Eric Bana gibi bir yakışıklı ile oynadığı bu filmi onun ekran kariyeri için tehlikeli buldu.(bakınız:aynı şey Vampirle Görüşme’de Tom Cruise’ un başına gelmişti.Brad Pitt’in en parlak dönemlerinde,onunla kamera karşısına geçmesi kariyeri açısından talihsizlik olarak değerlendirildi.)
Aslında farklı roller,sanatsal işler peşinde koşan Christian Bale,o Wall Street takımları ve zengin görüntüsü içinde populer olup en yakışıklılar listesine girmekten kurtulamadı.
Ama sıralamalara bakacak olursak ileri yaşına rağmen hiç listeleri terketmeyen Hugh Jackman,Wolverine karakteri ile bomba etkisi yaratıp,Avustralia’da yine sert ama aşık erkek rolunun kendine çok yakıştığını gözler önüne serdi.Leonardo Di Caprio diye mırıldandığınızı duyar gibiyim.Leonardo,titanikte bebek yüzlü genç delikanlı rolü ile başlayıp şüphesiz çok kendinden beklenmeyen oyunculuk performansı ile çoğu insanı şaşırtmış.Artık karakter filmlerinin aranılan oyuncusu olmuştur.
Daha burda saysak günlerce okuyabileceğimiz bir sürü isim var şüphesiz.Bu arada aklıma gelmişken yukarda saymadığımız,Bruce Willis’den özür diliyoruz.Hepimiz Mavi Ay’ı bayıla bayıla izlemiştik.Harrison Ford ve Pierce Brosnan da unutmadık aslında
Bir de madalyonun diğer yüzü var tabi,herkesin ortak kararda olduğu Hollywoodun “liste adamları” olarak yazdığı isimleri,karizmalarıyla sallayan nice aktörler vardır.Nicholas Cage (o ve deri ceketi) ve ,Sean Penn,giydiği her kıyafeti üzerinde bir cok modelden daha iyi taşıyan Adrian Brody,Jean Reno….
Amerika kıtasını söyle elimizin tersiyle kenara ittirip,düşündüğümüzde ise son yılların rotayı Avrupa’ya cevirdiğini düşünüyorum.İspanyol Javier Bardem piyasada olduğu günden beri bir çok sanatçının listedeki yerini sallamıştır.Ayrıca oyunculuğu ile de her geçen gün çok iyi işler yapmaktadır.Fransız Vincent Cassel ise “en çirkin yakışıklı” olarak sürekli gündemde.(Öyle ki senelerdir en güzeller listesinde olan Monica Belluci’nin de kocası)Mexico doğumlu Gael Garcia Bernal ise yaptığı işlerle çoğu aktöre fark atmış durumda.Kötü Eğitim filminde hem çok güzel bir kadın,hem de çok hoş bir erkek olarak izlemiştik hatta onu.Demek güzel her şekilde güzel kalıyor…
Ama tabi yeni durumlar hiç de böyle değil.Oyunculuk adında çok iç açıcı şeyler yazılıp çizidiğini söyleyemeyeceğim ama 2009 premier anketine göz atarsak Hollywood’un yeni jönlerini şöyle bir görebiliriz
Oyunculuk kariyerinde Pineapple express ve spider man gibi filmler barındıran neyse ki Milk ile biraz çıtayı yükseltmiş James Franco,listenin ikinci sırasında bıraktığı Rob Pattinson kadar göz önünde olmasa da zirveye oturmuş bir Hollywood yakışıklısıdır.
Rob Pattinson hayranlarını kızdırmak gibi niyet içerisinde değilim ama iyi ki James Franco doğmuş diyorum.Zira Twilight’in ilk filminde bütün dişi aleminin gözünü boyayan Edward karakterine can veren Pattinson,bir Amerikan sineması deyimi “eye candy” likten öte gidememiştir.Fikrimce sadece belli açılardan iyi görüntü veren bu yeni yakışıklı,oyunculuk açısından ne yapacak daha bekleyip görmek lazım kannatindayiz sanırım hepimiz.Alacakaranlık serisini hiç saymayıp Remember Me’yi düşünürsek de,çok şahane oyunculuklar görmüyoruz.Fakat Dali’nin okul yıllarını oynadığı Küçük küller filminde Pattinson bence iyi işler yapacak gibiydi.Vampir popülaritesi ile rehavete kapılması çok normal.
(Ayrıca lütfen elinizi vicdanınıza koyun da düşünün,Vampirle görüşmenin Louis’i Brad Pitt,Hunger’in Thin White Duke ‘ü David Bowie, Zenci vampirimiz Wesley Snipes,True Blood -Eric northman’i lexander Skarsgard karizma bakımından Edward’la kapışır mı kapışmaz mı???)
James Franco ileriki yaşlarında nasıl filmlerde oynar bilinmez ama sanatsal olarak Milk’te ilk sınavını verdi ve de kanımca geçti.Ryan Reynolds da bir çok sinamesever tarafından takibe alınmış bir oyuncu olma yolunda ilerliyor.
Listenin altlarına indikçe oh be dedirten isimler yok değil.Zira “Jake Gyllenhall” ismini daha çok çok başarılı filmde duyacagız.Kendisi Donnie Darko gibi iddialı yapımlarda genceik yaşında harikalar yaratmış.Brokeback dağı gibi sansasyonel ve sanatın doruklarında bir filmde çok fazla uçlarda bir rolü alkışı hakederek kotarmıştır.The day after tomorrow,Zodiac,Jarhead ve Prince of Persia oynadığı diger iddialı yapımlar.
Lord of the rings serisinde Elf Legolas olarak dikkatleri üzerine çeken Orlando Bloom,Troy’daki Paris karakteriyle karizmayı çizdirse de belli ki hala popüler.1977 doğumlu olması itibariyle de en yeni yetme starlara göre daha ayakları yere basan rolleri üstlenebilecek kapasitededir.
Zac Efron’un High school musical ile 7-14 yaş kız çocuklarının ders klasörlerini ve odalarını süslemesini trajik olarak değerlendiriyorum.”Baby face”lakabını hakkıyla taşıyor o da yeter zaten.Vahşi kas yığını kurt adamımız Tyler Lautner’den de hiç bahsetmiyorum.

Bir de böyle bir anket yapılmış : Anketi görmek için TIKLAYINIZ.


Görüyoruz ki eski sözler hep doğru söyler.Ne varsa eskilerde var!





















Brad Pitt

Tom Cruise