Sinemasız hayat,tuzsuz popcorn gibidir...

13 Nisan 2011 Çarşamba

Kosmos



Beyazlar içinden koşarak gelen tuhaf adam derede boğulmak üzere olan kardeşini kıyıya çıkartıyor, daha sonra neredeyse ölmüş çocuğu kucaklayarak adeta ona yeniden hayat veriyor. Telaşlı görünen bu yabancının yanından korkuyla karışık bir aşkla ayrılıyor Neptün (Türkü Tuna).

Karlarla kaplı Kars’ın derdi sınırın açılıp da ‘ötekilerin’ şehre girip bu kendi halinde şehri de ötekileştirmesi. Herkesin birbirini tanıdığı bu yerde, köye gelen bu adam: Battal, mucizesi kulaktan kulağa duyulunca, ahalinin arasına katılıveriyor. Battal’ın mucizevi güçleri halkı büyülerken,yaptığı hırsızlıklar da halka huzursuzluk veriyor.Battal tam bir garip,Neptün’e karşılık kendine koyduğu bir de isim var:Kosmos(Sermet Yeşil).Bu sınırda kalmış yere adeta gökten düşmüş gibi tuhaf.Kosmos bedeni ihtiyaçlarını asgariye indirmiş,kendi deyimiyle ‘emeği kedere dönüştürdüğü için’ çoktan çalışmaya yüz çevirmiş,sadece aşk isteyen bir meczup.
Bu dünyadan olan her şeyle ilişiğini kesmiş ama fanilerinin derdiyle de bedbaht olup.çare aramaktan yılmıyor,yaptığı hırsızlıklarının sebebi de bu.Etrafındaki hiç kimse onu anlamıyor.Reha Erdem’in burada yarattığı ironi çok güçlü,çünkü Kosmos aslında siyah ve beyaz kadar net,çok az ama, çok öz konuşuyor,iletişimsizliğin sebebi aslında bu.Ne istediğini çok açık ifade ediyor,onu ne yemek yerken görüyoruz ne de uyurken,tek içtiği çay,yediği kesme şeker…Bu açıdan bakınca Kosmos aslında bir karakter değil, var olan değil,ideal olan.
Kosmos kendini dünyadan bu kadar soyutlaşmışken, dünyada olup biten acıları da içinde hissetmesi ve mucizevi bir şekilde yardım elini uzatmaya çalışması filmde imgesel öğelerle anlatıldığı için Kosmos’un bu çok basit dünyası, seyirci tarafından bazen karmaşa içindeymiş gibi algılanabilir.
Fakat bembeyaz ve dümdüz Kars, bu sonsuz görüntüden doğa kesitleri, mezbaha görüntüleri, hayvan figürleri ve sessizlik hissi gibi imgesel öğeler filmi görsel açıdan bir sanat eserine dönüştürmüş. Kosmos’un, bu gerçek dışı hatta teatral kurgusu, Lars Von Trier’in Dogville’ i havasında hatta. Bu teatral kurgunun en güçlü destekçisi ise Türk sinemasında pek rastlamadığımız sürreal anlatım tarzı. Bu sürreal anlatım tarzının en güçlü hissedildiği nokta ise  Kosmos ile Neptün’ün kavuşma sahnesi. Kuş sesleri ve çığlıklarla anlaşan, Neptün ile Kosmos virane odanın içinde mutluluk nidaları atarak kağıtlarla beraber adeta uçmaya başlıyor. Bu sürreal ilişki tanımını izlerken insanın en saf duygularını anlatırken aslında neye dönüşmek istediğini, bedenleri ve dili kullanarak yapan Erdem,’zaten insan en derininde ne ki?’ sorusuna cevap arar gibi…
Neticede Reha erdem’e göre çok basit bir dili olan filmi, bu tip arayışları, beyazlar içinden gelen tuhaf figür Kosmos’un yine beyazlar içinde bilinmeze doğru gitmesiyle ve yer yer gerçekten kopuk teatral havası ile izleyende bir alt metin arama isteği oluştursa da, Türk sinemasının benzersiz yapıtları içinde yerini alıyor.

Unutmadan,Reha Erdem’in bu hikayesinin bir sanat eseri tadında filme dönüşmesinde süphesiz  Sermet Yeşil’in payı büyük. Oyunculuğu Kosmos kadar mucizevi.


Meraklısına not:
Kosmos=Düzenli ve uyumlu bir yapı oluşturan bütün; evren.mitolojide Kaos’tan sonraki düzen
Neptün=güneşe en uzak gezegen, mitolojide bilinmeyen ve sınırsız unsur,


11 Nisan 2011 Pazartesi

Çirkin ama Karizmatik:Vincent Cassel


Ekran şekerleri ortalıkta kol gezerken ( Hollywood’da Zac Efron,Robert Pattinson, gibi ‘eye candy’ diye tabir edilen yeni dönem oyuncuların içinde) Vincent Cassel gibi aslında çirkin ama beyazperdenin en karizmatik oyuncusunu anmak biraz iyi gelecek.

Oyunculuk kariyeri taa 1988′lere dayansa da itiraf edelim ki bir çoğumuz onu Gaspar Noe’nin karanlık sanat eseri Irreversible’da tanıdık.Ama bu fazla cesur filmden önce de La Haine de Vinz,L’appartment da Max,Dobbermann’da bizzat Dobbermann,hatta Elizabeth’de de Duc d’Anjou olarak karşımızdaydı.(Hiç filmini izlememiş olsak da zaten kendisi Monica Belluci’nin kocası olarak da tanınıyor.)
Irreversible’da Marcus rolü ile çok da harikalar yaratmamış olarak değerlendirilen Cassel,bu cesur projedeki depresif ve caresiz haliyle bence hayranlarını gayet memnun etti.Avrupa ve bağımsız sinemadan yana tercihlerini belirten aktör’ün en eğlenceli rollerinden biri ise Ocean’s 12 ‘deki Francois Toulour olmuştur.Meşhur çeteye kafa tutan hırsızı canlandıran Cassel,rolu cok sevmişe benziyor ki,Ocean’s 13′e de devam etti.
En son kendisini Black Swan’ın sert ve fırsatçı Bale eğitmeni Thomas Leroy rolunde izledik.Gel gitleri olan,sert ve serseri karakterleri üzerine çok iyi giyinen Cassel,bu filmde de bence iyi iş çıkartmış.Bale sanatının korkunç disiplinini yüzünde estiren Leroy karakterinin konuya bu kadar hakim görünme sebebi ise,Cassel’in 11 yaşında kadar bale yapmasından kaynaklanıyor.Böylesi iddialı ve başarılı bir filmin kadrosunda bulunması ise onu daha çok beyazperdede görmemize olanak sağlar diye düşünüyorum.
Şu an yapım aşamasında olan üç filmde adını görmek mümkün:A dangerous method,The Monk ve Fantomas…
Özellikle Monk da Sergi Lopez ile birlikte oynayacakları performansı şahsen ben bekliyorum.

Meraklısına Not:

Cassel 1966 doğumlu,evet tam 45 yaşında maşallah…
Ülkesinde César ,Lumiere Award,Étoile d’Or gibi organizasyonlardan bol ödül almış bir sanatçıdır.Ödülleri sadece kendi ülkesinde sınırlı değil,Golden Globe,Tokyo International film festival ,COFCA Golden Capital gibi organizasyonlarda da bir çok ödülü var.
Dönüş Yok (irreversible) filminde kendisi aynı zamanda co-producer olarak görev almış
Kendisinin en sevdiği performansı La haine’deki Vinz rolü.Bence de film de ,Cassel da tekrar tekrar izlemeye değer.