Sinemasız hayat,tuzsuz popcorn gibidir...

25 Kasım 2009 Çarşamba

Alacakaranlık Efsanesi:Yeni Ay: Ne efsane ama!!!





Stephenie Meyer’in zengin hayal gücünü kaleme alıp, bir de bunu yayınlama cesaretini göstermesiyle, bir anda fenomen haline gelen alacakaranlık efsanesi o kadar çok sattı ki,

Haydi, bir de filmini çekip şansımızı deneyelim diyerek serinin ilk kitabı alacakaranlık film haline getirildi. Fazla para harcanmadan çok büyük izlenme oranı yakalayan ilk film bütün oyunculara şan, şöhret, fan clublar getirdi ve tabi serinin devam filmlerini çekmek kaçınılmaz oldu. Önce şunu bir kabul edelim, kitabı okuyan herkes çok sevdi. Dört kitabı yaklaşık iki hafta gibi kısa bir sürede okudum. Bir de hiç sevmeyenler var ki onlar bile başladıkları hikayeyi sinir de olsalar sonuna kadar okudular. İlk film izlendi, herkes” ehhh” dedi. Yine de sevdik bu filmi. Sonra geri sayım başladı, bütün alacakaranlık fanları yeni ay’ı beklemeye başladı.( Şimdi bütün bunların içinde başrol Robert Pattinson fanları da var. Sadece Robert’i izlemek adına film için sabırsızlananlar hiç de az değildi.)



20 Kasım 22.00 seansına biletler bir hafta öncesinden alındı. Çok kalabalık olacağına emindim ve nedense bütün salonu bayanların dolduracağını düşünüyordum(çünkü Film vizyona girmeden önce ön gösterimlerde, dizi dizi fragmanlarda bu bölümün esas oğlanı olan Jacob’un kaslı vücudu ve Edward’ın gömlek atma sahnesi gözümüze,gözümüze yüzlerce kere sokuldu  ) ama durum farklı salonda erkek nüfusu da var, ayrıca yaş ortalaması sandığım kadar küçük değil, bu aşk hikâyesi her yaştan takipçi bulmuşa benziyor.

İşte beklenen an filmimiz beyaz perdede. Şimdi alacakaranlığın kötü çekimi ve başarısız efektlerine rağmen bu kadar tutmasından sonra, bu film için para harcanır ve doğru yerlere harcanır diye düşünüyordum, ama kötü makyajlar yine ilk sahnede gözüme batmaya başladı. Bu efsanenin, Romeo vampiri, gelmiş geçmiş en yakışıklı vampir unvanını elinde tutan Edward’a bir bakın,3 tane lensi üst üste takmışsınız gibi duran gözler, ruju fazla kaçmış dudaklar ve hep yanlış yönden kamera çekimi, neyse ki bu sefer yanaklar kızarmıyor.


Bu çocuk,her açıdan iyi kare vermiyor,böylesi mükemmel olması gereken bir varlığı ekrana aktarırken en güzel kareleri yakalamak lazımdı.Film paldır küldür başladı, paldır küldür devam ediyor,tabi bunu kitabı okuyanlar çok daha net fark ediyor. Her şeyi anlatmak mümkün değil ama her şeyi özetleyelim çabasına girmek de boş bence. Bela’nın yalnızlığının anlatıldığı bu bölümde, ilk filmde kafasını sürekli sallayıp bayık bayık bakan kızımızın oyunculuğuna şükreder durumdayız, çünkü başka oyuncu yok. İkinci film için 7 ay spor salonundan çıkmayan Tyler Laughner ‘in gerçekten çok başarılı olan fiziğini sergilemek için yönetmen çok uğraşmış.


Tişört çıkarma sahnesinde eminim bizim olduğumuz salondaki gibi gülüşme sesleri her salondan çıkmıştır.(Edward’ın yerinde olsam böyle kaslarını göstere göstere salınan kurt adamların olduğu filmde asla ve asla gömleğimi çıkarmazdım.)Öyleki Belamız da Jacob’un bu değişimden çokça etkileniyor ve Jacob’a meyletmeye başlıyor. Jacob’unki de öyle bir aşk ki Bela için kurt arkadaşıyla gözünü kırpmadan kavgaya tutuşuyor. Şükür ki bu sefer dijital efektler öyle komik, sıradan değil.






Görselliği kurguyu bir kenara bırakıp, hissettiklerimize bakarsak, yiğidi öldürüyoruz ama hakkını da verelim:

Filmde vampirlerimize bir bakın,zenginler,iyi giyimliler,aristokrat bir İngiliz ailesi tadındalar,hepsi ne kadar da kibar ve iyiler, az kalsın vampir olduklarını unutuyoruz.Kurt adamlar ise ortalıkta yarı çıplak gezinen kaba sokak çocukları,dikkat ettiyseniz seçim yapmaya zorlanıyoruz,az kalsın Jacob’a aşık olacak diye hangimiz Bella’ya kızmadı?Hepimiz Vampirciyiz bu filmde.Bu seçimi yaptırabilmek adına kitaptaki anlatım iyi benimsenmiş,.Sonlara doğru temponun artmasıyla ,hikayedeki yeni Vampirlerimiz Volturilerin ortaya çıkması filan biraz içimize su serpti.Oyuncu seçimi olarak Volturiler hayal edilene yakın olmuş,en azından Aro. asırlardır yaşayan bir Vampir anca bu kadar deli bakabilirdi. Edward’ın dayak yediği sahneler, mermerlerin kırılışı kitapta o sert heykelsi imajı biraz da olsa anlatıyor, ama tüm bu iyi gitmeye başlayan şeylerden sonra Alice’in Aro’ya gösterdiği Bella’nın vampir olduğu sahneyle birlikte yine kopup gülmeye başladık değil mi?. O nasıl yaratıcılıktan uzak bir hayaldir, nasıl bir vampir olmak o öyle? İngiliz köylüsü tadında giydirilmiş iki aşk böceği vampir, Yeşilçam filmlerindeki gibi koşturuyor. Böyle kopuk, kopuk, uzatılmış dizi ya da animasyon tadında sadece ve sadece şöhretinin pastasını yiyecek bir film var karşımızda. Eminim bu kitapları bir çırpıda okuyup hikâyeyi çok da seven herkes bu filmden çıktığında kötü olduğunun hayal kırıklığını yaşayacak. Her devam filminde olduğu gibi bu da ilkini arattı yani. Ama Stephenie öyle acemice ama içten yazmış ki, ne olursa olsun bu seri izlenecek, bu oyuncular çok çok ünlü olacak.

1 yorum:

  1. harika bişey olmuş yanii :) yazanların ellerine sağlık =)

    YanıtlaSil