Sinemasız hayat,tuzsuz popcorn gibidir...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Twilight


Vizyona girmeden önce bile popular olan filmleri, ya vizyona girdigi gün izlerim ya da filmle ilgili bütün yorumlara yazılara reklâmlara kulak tıkayıp popularite hızını aldıktan sonra izlerim. Twilight’i da geçen hafta izledim.

Bütün vampir hikâyelerini her zaman yakın takibe almışımdır. ama nedense bu best seller kitap serisini es geçmiştim. Bütün raflarda en çok satanlar rafında durmasına rağmen alıp da okumadım bu seriyi bir türlü. Sonra film çekildi, kararsız kaldım kitabımı okuyayım önce yoksa filmi mi izleyeyim. Gayet kendiliğinden gelişti ve filmi izledim.(halbuki genelde bu tarz uyarlamalarda önce kitabı okumayı tercih ederim).sunu söyleyebilirim ki kitabı okumadan izlediğim için anlatım bana yeterli geldi. Sonra serinin ilk kitabını da okudum hemen. Verilemeyen detaylar olsa da bence kitaptan ekrana aktarım başarılı. Filmin genelinde çok çarpıcı sahneler ve mekânlar yok fakat renkler olarak bence vampir soğukluğu verilebilmiş. Giysiler hep koyu ve soluk tonlarda iddialı kostümler hiç yok. Hava tam anlatıldığı gibi, hep bir bulutlu gri mavi ve koyu yeşil ton hakim. Vampir efsanelerine ise geçmişle harmanlanmış ama çizgi dışına da çıkılmış eklentiler yapılmış, hep güneş ışığında küle dönüştüğü varsayılan vampirler filmde elmas gibi parlıyor. Aslında parlayamıyor. Sanırım film biraz aceleye gelmiş, dijital efektleri çok başarılı değil.(aslında bunu kitabın Edward hakkında sürekli abartılı anlatımından yola çıkarak söylüyorum belki kitabı hiç okumasam filmdeki o cılız parlama bana yetebilirdi )Filmden klasik vampir anlatımları beklediyseniz hayal kırıklığına uğramışsınızdır. Kitabı kısaca özetlersek, Stephanie Meyer Vampirlerin dünyasına çok başka yaklaşmış. Bu kez vampirlerin o ürkütücü, karanlığa gömülmüş hayatlarını görmüyoruz. Sosyal hayata adapte olmuş, bir insana aşık olan vampirin içsel karmaşasını anlatıyor. Aslinda bir vampire âşık olmuş bir insanın duygularını anlatıyor. Sanırım olayı Edward’ın gözünden anlatan kitap “Midnight Sun” serinin son kitabı olacak. Aslında kitap en çok aşktan bahsediyor ve Edward Cullen’in mükemmelliğinden, Erward ve Bella harici diger karakterler hep yüzeysel anlatımlarla geçilmiş.

Kitabın neredeyse tamamında Edward Cullen oyle bir anlatılıyor ki, filmde Edward ilk ekranda gözüktüğünde bence kitabı okuyanlar için hayal kırıklığı yaratabilir. Fakat ilerledikçe çok da kötü olmadığına karar verdim. Ama tam bir “Adonis” heykeli de değil. Imaj ve makyaj oyuncuyu roman karakterine yaklaşır hale getirmiş. Bu anlamda en çok Edward için çaba sarf edildiğini düşünüyorum. Robert Pattinson ve Edward arasında dağlar kadar fark var çünkü. Karizmayı yansıtma konusunda söylenecek bir şey yok oyuncunun kendi adına cok çalıştığını düşünmüyorum çünkü ne olursa olsun bütün Vampirler zaten karizmatiktir. Hele bir de umutsuzca aşıksa. Fakat Robert Pattinson’un bir Ingiliz olduğunu düşünürsek aksan işinin altından iyi kalkmış. Edward için söylenecek çok bir şey yok, kitapta o kadar anlatıldıktan sonra beğenilmemesi ya da filmde gölgede kalması gibi bir şey zaten düşünemiyorum. Bella ‘yı ilk izlediğimde kötü bulmadım ama filmin süresiyle alakalı olarak anlatım da özetlenince kitapta çok daha karmaşık ve keskin olan hisleri filmde o kadar yansıtılamamış. Yine de Kristen Stewart ekran yüzü olarak çok yeni ve güzel. Filmin genelinde ise makyaj çok basit, çok aceleye gelmiş hissi veriyor.(hatta bazı sahnelerde Edward’ın yanakları pembe pembe )özellikle Carlisle ‘in makyajı ekrana her geldiğinde gözümü çok yordu. Yani kasabanın genç ve gizemli doktoru her gün bu suratla işe geliyorsa bu kadar popüler olamazdı diye düşünüyorum. Cullen ailesinin suratındaki pudralar çok bariz belliyken, diğer iki beyaz vampirdeki doğal renk, beslenme şekliyle mi alakalıydı acaba? Makyajın o kadar yapay kaldığı yerler vardı ki sanki fazla rötuşlanmış fotoğraf edasıyla duran suratlar hissediliyordu arada. Filmdeki çarpıcı birkaç sahneden birisi Cullenler’in fevkalade modern evleri ve ağaçların tepesinde gezinen çiftimizin gördüğü sisli karanlık ama muhteşem nehir ve dağ manzarasıydı. Vampirlerin hayatı adına yeniliklere açığım özellikle de böyle modern kitap serisinden bir gençlik uyarlaması için, fakat nedense böyle ağaçlara tırmanma hoplama zıplama gibi şeyleri çok da vampirsel bir davranış olarak göremedim. Daha çok hayvandan dönüşmüş fantastik kahraman hissi uyandırdı bende.
Beysbol oyunu sahnesi ise bence film içinde en yüksek ivmeli ve görsel acıdan en tatmin edici sahneydi. Özellikle film boyunca çok pasif olan Jasper’in topa vurma sahnesi çok başarılı. “Muse — Supermassive Black Hole” şarkısı fona çok yakışmış. Filmin genelinde kullanılan müzikler ise Carter Burwell’e ait ve benim kulağıma çok hoş geldi, sahneleri çok iyi tamamlamış müziklerin film kadar aceleye geldiğini söyleyemem.

Oyunculuk adına James’in ölmesine çok üzüldüm. Cok başarılı bir oyun çıkarmış.,çok vahşi, çok acımasız çok ukala bir vampir.,filmdeki en vampir oyuncu bana göre kesinlikle James’ti.

Özetle film kendini izletiyor ve bence başarılı bir fantastik -gençlik filmi olmuş. Ayrıca da çok popüler ve seri tamamlanana kadar da bu popülerlik devam edeceğe benziyor. Serinin devamı çekiliyor. Bu sefer önce okuyup sonra izlemeyi düşünüyorum.

1 yorum:

  1. çokkkkk beğendimmmmmmm filmi.sabırsızlıkla devamını bekliyorum.

    YanıtlaSil